10 Mart 2015 Salı

Hasret

Denize dönmek istiyorum!
Mavi aynasında suların:
boy verip görünmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!

Gemiler gider aydın ufuklara gemiler gider!
Gergin beyaz yelkenleri doldurmaz keder.
Elbet ömrüm gemilerde bir gün olsun nöbete yeter.
Ve madem ki bir gün ölüm mukadder;
Ben sularda batan bir ışık gibi
sularda sönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!
Denize dönmek istiyorum!



Nazım Hikmet Ran
Hasret 1

Yüz yıl oldu yüzünü görmeyeli,
belini sarmayalı,
gözünün içinde durmayalı,
aklının aydınlığına sorular sormayalı,
dokunmayalı sıcaklığına karnının.

Yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın.

Aynı daldaydık, aynı daldaydık.
Aynı daldan düşüp ayrıldık.
Aramızda yüz yıllık zaman,
yol yüz yıllık.

Yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından.



Nazım Hikmet Ran
Gözlerin

Gözlerin gözlerin gözlerin,
ister hapisaneme, ister hastaneme gel,
gözlerin gözlerin gözlerin hep güneşte,
şu Mayıs ayı sonlarında öyledir işte
Antalya tarafında ekinler seher vakti.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
kaç defa karşımda ağladılar
çırılçıplak kaldı gözlerin
altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
gözlerin bir mahmurlaşmayagörsün
sevinçli bahtiyar
alabildiğine akıllı ve mükemmel
dillere destan bir şeyler olur dünyaya sevdası insanın.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
sonbaharda öyledir işte kestanelikleri Bursa'nın
ve yaz yağmurundan sonra yapraklar
ve her mevsim ve her saat İstanbul.

Gözlerin gözlerin gözlerin,
gün gelecek gülüm, gün gelecek,
kardeş insanlar birbirine
senin gözlerinle bakacaklar gülüm,
senin gözlerinle bakacaklar.



Nazım Hikmet Ran
Giderayak

Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.
Ceylanı kurtardım avcının elinden
ama daha baygın yatar ayılamadı.
Kopardım portakalı dalından
ama kabuğu soyulamadı.
Oldum yıldızlarla haşır neşir
ama sayısı bir tamam sayılamadı.
Kuyudan çektim suyu
ama bardaklara konulamadı.
Güller dizildi tepsiye
ama taştan fincan oyulamadı.
Sevdalara doyulamadı.
Giderayak işlerim var bitirilecek,
giderayak.


Nazım Hikmet Ran
Don Kişot

Ölümsüz gençliğin şövalyesi, 
ellisinde uyup yüreğinde çarpan aklına
bir temmuz sabahı fethine çıktı
güzelin, doğrunun ve haklının:
Önünde mağrur, aptal devleriyle dünya,
altında mahzun ve kahraman Rosinant'ı.

Bilirim, hele bir düşmeye gör hasretin halisine,
hele bir de tam okka dört yüz dirhemse yürek,
yolu yok, Don Kişot'um benim, yolu yok,

yel değirmenleriyle dövüşülecek.

Haklısın, elbette senin Dulsinya'ndır dünyanın en güzel kadını,
elbette sen haykıracaksın bunu

bezirganların suratına,

ve alaşağı edecekler seni

bir temiz pataklayacaklar seni.

Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin

ağır, demir kabuğunun içinde

ve Dulsinya bir kat daha güzelleşecek.

Nazım Hikmet Ran


Bulut mu Olsam

Denizin üstünde ala bulut
yüzünde gümüş gemi
içinde sarı balık
dibinde mavi yosun
kıyıda bir çıplak adam
durmuş düşünür.

Bulut mu olsam,
gemi mi yoksa?
Balık mı olsam,
yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.


Nazım Hikmet Ran
Bugün Pazar

Bugün pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben...
Bahtiyarım...


Nazım Hikmet Ran
Bir Gemici Türküsü

Rüzgâr,
yıldızlar 
ve su. 
Bir Afrika rüyasının uykusu 
düşmüş dalgalara. 

Işıltılı, kara 
bir yelken gibi ince 
direğinde geminin. 
Geçmekteyiz içinden 
bir sayısız 
bir uçsuz bucaksız yıldızlar âleminin. 

Yıldızlar 
rüzgâr 
ve su. 
Başüstünde bir gemici korosu 
su gibi, rüzgâr gibi, yıldızlar gibi bir türkü söylüyor, 
yıldızlar gibi 
rüzgâr gibi 
su gibi bir türkü. 
Bu türkü diyor ki, "Korkumuz yok! 
İnmedi bir gün bile gözlerimize 
bir kış akşamı gibi karanlığı korkunun." 
Bu türkü 
diyor ki, 
"Bir gülüşün ateşiyle yakmasını biliriz 
ölümün önünde sigaramızı." 
Bu türkü 
diyor ki, 
"Çizmişiz rotamızı 
dostların alkışlarıyla değil 
gıcırtısıyla düşmanın 
dişlerinin." 
Bu türkü diyor ki, "Dövüşmek.." 
Bu türkü diyor ki, "Işıklı büyük 
ışıklı geniş ve sınırsız bir limana 
dümen suyumuzda sürüklemek denizi.." 
Bu türkü diyor ki, "Yıldızlar 
rüzgâr 
ve su..." 

Başüstünde bir gemici korosu 
bir türkü söylüyor; 
yıldızlar gibi 
rüzgâr gibi, 
su gibi bir türkü..


Nazım Hikmet Ran
Bir Ayrılış Hikayesi

Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
avuçlarımda camdan bir parça gibi kalbimi sıkıp
parmaklarımı kanatarak
kırasıya,
çıldırasıya...
Erkek kadına dedi ki:
- Seni seviyorum,
ama nasıl?
kilometrelerce derin, kilometrelerce dümdüz,
yüzde yüz, yüzde bin beşyüz
yüzde hudutsuz kere yüz...
Kadın erkeğe dedi ki:
- Baktım
dudağımla, yüreğimle, kafamla;
severek, korkarak, eğilerek,
dudağına, yüreğine, kafana.
Şimdi ne söylüyorsam
karanlıkta bir fısıltı gibi sen öğrettin bana...
Ve artık
biliyorum:
Toprağın
Yüzü güneşli bir ana gibi
En son, en güzel çocuğunu emzirdiğini...

Fakat neyleyim
saçlarım dolanmış
ölmekte olanın parmaklarına
başımı kurtarmam kâbil
değil!
Sen
yürümelisin,
yeni doğan çocuğun
gözlerine bakarak...

Sen
yürümelisin,
beni bırakarak...

Kadın sustu.

SARILDILAR

Bir kitap düştü yere...
Kapandı bir pencere...

AYRILDILAR...


Nazım Hikmet Ran
Bence Şimdi Sen De Herkes Gibisin

Gözlerim gözünde aşkı seçmiyor
Onlardan kalbime sevda geçmiyor
Ben yordum ruhumu biraz da sen yor
Çünkü bence şimdi herkes gibisin

Yolunu beklerken daha dün gece
Kaçıyorum bugün senden gizlice
Kalbime baktım da işte iyice
Anladım ki sen de herkes gibisin

Büsbütün unuttum seni eminim
Maziye karıştı şimdi yeminim
Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin



Nazım Hikmet Ran
Ben Senden Önce Ölmek İsterim


Ben
senden önce ölmek isterim.
Gidenin arkasından gelen
gideni bulacak mı zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi,beni yaktırırsın,
odanda ocağın üstüne korsun
içinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
şeffaf, beyaz camdan olsun
ki içinde beni gorebilesin
Fedakarliğimi anlıyorsun
vazgeçtim toprak olmaktan,
vazgeçtim çiçek olmaktan
senin yanında kalabilmek için.
Ve toz oluyorum
yaşiyorum yanında senin.
Sonra, sen de ölünce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yaşarız
külümün içinde külün
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasız bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karışacağız
ki birbirimize,
atıldığımız çöplükte bile zerrelerimiz
yan yana düşecek.
Toprağa beraber dalacagız.
Ve bir gün yabani bir çiçek
bu toprak parçasndan nemlenip filizlenirse
sapında muhakkak
iki çiçek açacak :
biri sen
biri de ben.
Ben
daha ölümü düşünmüyorum.
Ben daha bir çocuk doğuracağım
Hayat taşıyor içimden.
Kaynıyor kanım.
Yaşayacağım, ama ,çok, pek çok,
ama sen de beraber.
Ama ölüm de korkutmuyor beni.
Yalnız pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze şeklini.
Ben ölünceye kadar da
Bu düzelir herhalde.
Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
Içimden bir şey :
belki diyor.

NAZIM HİKMET RAN

6 Mart 2015 Cuma

HARP KALDIRIMINDA AŞK

sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin 
hiç görmediğim yıldızlar gözlerine doğmuş
 
bir büyüklük duygusu dağlar gibi yüreğinde
 
ah biz mutluluğu böyle aranıp duracak mıyız
 
yağmur hep böyle yağacak mı hatıralara
 
eksik olan bir şey var sana bana dair
 
belki bir rüzgar belki rüzgardan da hafif
 
ama kalbimiz yine uzak bir deniz gibi boş
 
heybetli gurupların belirdiği saatlerde
 

sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
 
acaba nasıl öğrenmişim nasıl farkında olmadan
 
her şey nasıl olup geçmiş nasıl barut yağmış
 
nasıl güneş vurmuş zehirlenmiş şehrin üstüne
 
şimdi hangi kıyılarda gemiler demir alıyor
 
güney rüzgarlarına açıp yelkenlerini
 
belki bir italyan kızı tüfeğine dayanmış
 
senin gibi barışı tasarlıyor dağlarda
 
mahzun esirler harp şarkıları kadar mahzun
 
gizlice talim ediyor hürriyet adımlarını
 

sen şimdi yanımda yepyeni bir türkü gibisin
 
ah şu harp bitse rüzgar gibi bir nefes alabilsek
 
kimseler kimseler çıkmasa yolumuzun üstüne
 
yağmur yağsın varsın ıslansın saçlarımız
 
yalnız duyulmaz olsun göğsümüzdeki darlık
 
dilimizdeki kilit kolumuzdaki zincir
 
ömrümüz meçhullerden meçhullere akıyor
 
saatler bizim değil kitaplar bizim değil
 
bizim değil yaşamak bizim değil hiçbir şey
 
kendi dünyamızda yabancılar gibiyiz
 
ya çok erken ya çok geç doğmadık mı sevgilim
 
buna rağmen mutluluğa inanıyoruz

 ATTİLA İLHAN




SEN YOKSUN

sen yoksun 
deniz yok
 
yıldızlar arkadaşım
 
ya bu gece harika bir şeyler olsun
 
yahut bir bomba gibi
 
infilak edecek başım
 

ağzımda eski mısralar uzanıp kalmışım
 
istanbul minareler odamda gibi
 
gökyüzü temiz ve parlak
 
işte kolkola girmiş en mesut günlerimiz
 
muhalif bir rüzgar karşı sahilden
 

fosforlu ışıklarıyla gökyüzü bir deniz
 
havada kanat sesleri
 
ve çılgın kokular
 

deniz yok
 
yıldızlar uzaklaşıyor
 
ben yine yalnız kalıyorum
 
istanbul minareler kaybolmuş
 
sen yoksun


 ATTİLA İLHAN


PİA



ne olur kim olduğunu bilsem pia'nın 
ellerini bir tutsam ölsem
 
böyle uzak seslenmese
 
ben bir şehre geldiğim vakit
 
o başka bir şehre gitmese
 
otelleri bomboş bulmasam
 
içlenip buzlu bir kadeh gibi
 
buğulanıp buğulanıp durmasam
 
ne olur sabaha karşı rıhtımda
 
çocuklar pia'yı görseler
 

bana haber salsalar bilsem
 
içimi büsbütün yıldızlar basar
 
bir hançer gibi çıkıp giderdim
 

ben bir şehre geldiğim vakit
 
o başka bir şehre gitmese
 
singapur yolunda demeseler
 
bana bunu yapmasalar yorgunum
 
üstelik parasızım pasaportsuzum
 
ne olur sabaha karşı rıhtımda
 
seslendiğini duysam pia'nın
 
sırtında yoksul bir yağmurluk
 
çocuk gözleri büyük büyük
 
üşümüş ürpermiş soluk
 

ellerini tutabilsem pia'nın
 
ölsem eksiksiz ölürdüm

 ATTİLA İLHAN
MARIA MİSSAKİAN
yüksekkaldırım'da bir akşam
maria missakian'i düşündüm
eğer kendimi bıraksam
yağmur olabilirdim yağardım

kasım'da bir çınar olurdum
yaprak yaprak dökülürdüm
kalbimi sıkı tutmasam

döküp saçıp boşaltsam
içimde yükselen şiiri
kaldırımlara döküp harcasam
gözleri balıkçıl gözleri
dudaklarında tutup rüzgarı
maria missakian adında biri
gelse göğsüne kapansam

gece gölgesine sokulsam
gökyüzünde bulutlar büyüseler
yağmuru dinlesem anlatsam
şimşekler kırılıp dökülseler
bizi sokaklarda bıraksalar
leylekler üşüyüp gitseler
dönüp arkalarına bakmadan

yine akşam oldu attilâ ilhan
üstelik yalnızsın sonbaharın yabancısı
belki paris'te maria missakian
avuçlarında bir çarmıh acısı
gizlice bir sefalet gecesi
çocuğunu boğarmış gibi boğup paris'i
sana kaçmayı tasarlar her akşam



 ATTİLA İLHAN

KİMİ SEVSEM SENSİN


her şeyi terk ettim / ne aşk ne şehvet 
sarışın başladığım esmer bitiyor
 
anlaşılmaz yüzü koyu gölgeli
 
dudakları keskin kırmızı jilet
 
bir belaya çattık / nasıl bitirmeli
 
gitar kımıldadı mı zaman deliniyor
 
kimi sevsem sensin / hayret
 
kapıların kapalı girilemiyor
 
* * *
 

kimi sevsem sensin / senden ibaret
 
hepsini senin adınla çağırıyorum
 
arkamdan şımarık gülüşüyorlar
 
getirdikleri yağmur / sende unuttuğum
 
hani o sımsıcak iri çekirdekli
 
senin gibi vahşi öpüşüyorlar
 
kimi sevsem sensin / hayret
 
in misin cin misin anlamıyorum


 ATTİLA İLHAN
HANNELISE


yağmurda çıkıp geleceksin hannelise 
yağmur gözlerinden çıkıp gelecek
 
bir öğle sonu paris'te hannelise
 
bir kahvede grands boulevards türküsünü çalacaklar
 
paris ve yapraklar sararmış etrafımda
 
seine'e kanat vurup bir rüzgar geçiyor
 
gare d'orleans'da saat şimdi üç diyecek
 
yağmurdan çıkıp geleceksin hannelise
 

gözlerine bakıp sanki mavi diyeceğim
 
sanki çocuk diyeceğim
 
aydınlanacaklar
 
balığa çıkmış bir ihtiyar rıhtımda
 
suya atıp söndürecek
 
cigarasını
bir öğle sonu paris'te hannelise
 
bir kahvede grands boulevards türküsünü çalacaklar
 

insan kendisine rağmen yaşayamaz
 
kalbimiz beyaz derken biz siyah diyemeyiz
 
diyemeyiz hannelise
 
sen mutlaka lichtenstein dükalığından bahsedersin
 
yapraklarını döker ıhlamur ağaçları katedralin önünde
 
ben içimde müstesna bir ateş bahçesi donatırım
 
bembeyaz
 
bembeyaz hannelise


ATTİLA İLHAN
BEN SANA MECBURUM

Ben sana mecburum bilemezsin 
Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
 
Büyüdükçe büyüyor gözlerin
 
Ben sana mecburum bilemezsin
 
İçimi seninle ısıtıyorum
 

Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
 
Bu şehir o eski İstanbul mudur?
 
Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
 
Sokak lambaları birden yanıyor
 
Kaldırımlarda yağmur kokusu
 
Ben sana mecburum sen yoksun
 

Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
 
İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
 
Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
 
Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
 
Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
 
Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
 
Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu
 

Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
 
Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
 
Durup köşe başında deliksiz dinlesem
 
Sana kullanılmamış bir gök getirsem
 
Haftalar ellerimde ufalanıyor
 
Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
 
Ben sana mecburum sen yoksun
 

Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
 
Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
 
Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
 
Belki Yeşilköy'de uçağa biniyorsun
 
Bütün ıslanmışsın tüylerin ürperiyor
 
Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
 
Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor
 

Ne vakit bir yaşamak düşünsem
 
Bu kurtlar sofrasında belki zor
 
Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
 
Ne vakit bir yaşamak düşünsem
 
Sus deyip adınla başlıyorum
 
İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
 
Hayır başka türlü olmayacak
 
Ben sana mecburum bilemezsin..


 ATTİLA İLHAN


BÖYLE BİR SEVMEK


ne kadınlar sevdim zaten yoktular 
yağmur giyerlerdi sonbaharla bir
 
azıcık okşasam sanki çocuktular
 
bıraksam korkudan gözleri sislenir
 
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
 
böyle bir sevmek görülmemiştir
 

hayır sanmayın ki beni unuttular
 
hala arasıra mektupları gelir
 
gerçek değildiler birer umuttular
 
eski bir şarkğ belki bir şiir
 
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
 
böyle bir sevmek görülmemiştir
 

yalnızlıklarımda elimden tuttular
 
uzak fısıltıları içimi ürpertir
 
sanki gökyüzünde bir buluttular
 
nereye kayboldular şimdi kimbilir
 
ne kadınlar sevdim zaten yoktular
 
böyle bir sevmek görülmemiştir.


 ATTİLA İLHAN
BELKİ GELMEM GELEMEM

Sen istinyede bekle ben burdayım 
İçimde köpek gibi havlayan yalnızlığım
 
Çünkü ben buradayım karanlıktayım
 
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
 
Çünkü elimi kestim beni kan tutuyor
 
Şarabım bütün ekşi suyum soğuk
 
Yanımda olmadın mı seni daha bir çok seviyorum
 
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
 

Yüzünü ıslatmadan ağlayabilir misin
 
Yarı geceden sonra telefon ettin mi hiç
 
Karanlık adamlar hüvviyetini sordu mu
 
Ben senin olmadığını arıyorum
 
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
 
Belki gelmem gelemem beş dakika bekle git
 
Bana ait ne varsa hepsi seni korkutuyor sana ait ne varsa
 
Hiçbiri benim değil
 
Belki ölmek hakkımı kullanıyorum
 
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git
 
Belki gelmem gelemem 5 dakika bekle git



 ATTİLA İLHAN
AN GELİR


an gelir 
paldır küldür yıkılır bulutlar
 
gökyüzünde anlaşılmaz bir heybet
 
o eski heyecan ölür
 
an gelir biter muhabbet
 
çalgılar susar heves kalmaz
 
şatârâbân ölür
 

şarabın gazabından kork
 
çünkü fena kırmızıdır
 
kan tutar / tutan ölür
 
sokaklar kuşatılmış
 
karakollar taranır
 
yağmurda bir militan ölür
 

an gelir
 
ömrünün hırsızıdır
 
her ölen pişman ölür
 
hep yanlış anlaşılmıştır
 
hayalleri yasaklanmış
 
an gelir şimşek yalar
 
masmavi dehşetiyle siyaset meydanını
 
direkler çatırdar yalnızlıktan
 
sehpada pir sultan ölür
 

son umut kırılmıştır
 
kaf dağı'nın ardındaki
 
ne selam artık ne sabah
 
kimseler bilmez nerdeler
 
namlı masal sevdalıları
 
evvel zaman içinde
 
kalbur saman ölür
 
kubbelerde uğuldar bâkî
 
çeşmelerden akar sinan
 
an gelir
 
-lâ ilâhe illallah-
 
kanunî süleyman ölür
 

görünmez bir mezarlıktır zaman
 
şairler dolaşır saf saf
 
tenhalarında şiir söyleyerek
 
kim duysa / korkudan ölür
 
-tahrip gücü yüksek-
 
saatlı bir bombadır patlar
 
an gelir
 
attilâ ilhan ölür


ATTİLA İLHAN
AĞUSTOS ÇIKMAZI


Beni koyup koyup gitme, n'olursun 
Durduğun yerde dur
 
Kendini martılarla bir tutma
 
Senin kanatların yok
 
Düşersin yorulursun
 
Beni koyup koyup gitme, n'olursun
 

Bir deniz kıyısında otur
 
Gemiler sensiz gitsin bırak
 
Herkes gibi yaşasana sen
 
İşine gücüne baksana
 
Evlenirsin, çocuğun olur
 
Beni koyup koyup gitme, n'olursun

ATTİLA İLHAN
ADIMLA NASIL BERABERSEM


hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların 
bir dakika bile çıkmıyorsun aklımdan
 
koşar gibi yürüyüşün
 
karanlıkta bir ışık gibi aydınlık gülüşün
 

hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
 
uzak uzak yıldızlarla çevrilmiş kainatın
 
karanlık boşluklarında akıp giderken zaman
 

adımla nasıl berabersem öylece beraberiz
 
seninle her saat seninle her dakika seninle her saniye
 
gönlümüz mutluluğa inanmış olmanın gururuyla rahat
 
koltuğumuzun altında birer dinamit gibi kellemiz
 
ve sonra her zaman her ölümlüye
 
aynı şartlar altında kısmet olmıyan
 
gerçekleri görmenin aydınlığı alınlarımızda
 

hacet yok hatırlatmasına seni hatıraların
 
sen bana kalbim kadar elim kadar yakınsın

 ATTİLA İLHAN
Baharın İlk Sabahları

Tüyden hafif olurum böyle sabahlar
Karşı damda bir güneş parçası,
İçimde kuş cıvıltıları, şarkılar;
Bağıra çağıra düşerim yollara;
Döner döner durur başım havalarda.

Sanırım ki günler hep güzel gidecek;
Her sabah böyle bahar;
Ne iş güç gelir aklıma, ne yoksulluğum.
Derim ki: "Sıkıntılar duradursun!"
Şairliğimle yetinir,
Avunurum.

Orhan Veli Kanık




Anlatamıyorum 

Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz,
Gözyaşlarıma, ellerinizle?

Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.

Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum.


Orhan Veli Kanık
Açsam Rüzgara

Ne hoş, ey güzel Tanrım, ne hoş
Mavilerde sefer etmek!
Bir sahilden çözülüp gitmek
Düşünceler gibi başıboş.
Açsam rüzgara yelkenimi;
Dolaşsam ben de deniz deniz
Ve bir sabah vakti, kimsesiz
Bir limanda bulsam kendimi.
Bir limanda, büyük ve beyaz...
Mercan adalarda bir liman..
Beyaz bulutların ardından
Gelse altın ışıklı bir yaz.
Doldursa içimi orada
Baygın kokusu iğdelerin.
Bilmese tadını kederin
Bu her alemden uzak ada.
Konsa rüya dolu köşkümün
Çiçekli dalına serçeler.
Renklerle çözülse geceler,
Nar bahçelerinde geçse gün.
Her gün aheste mavnaların
Görsem açıktan geçişini
Ve her akşam dizilişini
Ufukta mermer adaların.
Ne hoş. ey Tanrım, ne hoş,
İller, göller, kıtalar aşmak.
Ne hoş deniz deniz dolaşmak
Düşünceler gibi başıboş.
Versem kendimi bütün bütün
Bir yelkenli olup engine;
Kansam bir an güzelliğine
Kuşlar gibi serseri ömrün.


Orhan Veli Kanık
Otuz Beş Yaş

Yaş otuz beş! Yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider.

Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz?
Ya gözler altındaki mor halkalar?
Neden böyle düşman görünürsünüz;
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar?

Zamanla nasıl değişiyor insan!
Hangi resmime baksam ben değilim:
Nerde o günler, o şevk, o heyecan?
Bu güler yüzlü adam ben değilim
Yalandır kaygısız olduğum yalan.

Hayal meyal şeylerden ilk aşkımız;
Hatırası bile yabancı gelir.
Hayata beraber başladığımız
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir;
Gittikçe artıyor yalnızlığımız.

Gökyüzünün başka rengi de varmış!
Geç farkettim taşın sert olduğunu.
Su insanı boğar, ateş yakarmış!
Her doğan günün bir dert olduğunu,
İnsan bu yaşa gelince anlarmış.

Ayva sarı nar kırmızı sonbahar!
Her yıl biraz daha benimsediğim.
Ne dönüp duruyor havada kuşlar?
Nerden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar.

N'eylersin ölüm herkesin başında.
Uyudun uyanamadın olacak
Kim bilir nerde, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak.
Taht misali o musalla taşında.

Cahit Sıtkı Tarancı


Misafir

Bir gece misafirim olsan yeter;
Dolar odama lâvanta kokusu;
Soğur sevincinden sürahide su.
Ay pencerede durup durup güler.
Havva kızlarının en dilberini
Görsün diye aya karşı soyunsan!
Okşasam, öpsem, koklasam bir zaman,
Vücudunun ürperen her yerini.
Teneffüs eder gibi seviştikçe,
Doğacak çocuğum aklıma gelir;
Şiir söylerim saadete dair,
Odama misafir olduğun gece.


Cahit Sıtkı Tarancı
Memleket İsterim

Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.

Memleket isterim
Ne başta dert, ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.

Memleket isterim
Ne zengin fakir, ne sen ben farkı olsun;
Kış günü herkesin evi barkı olsun.

Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.


Gençlik Böyledir İşte

İçimi titreten bir sestir her gün.
Saat her çalışında tekrar eder:
"Ne yaptın tarlanı, nerede hasadın?
Elin boş mu gireceksin geceye?
Bir düşünsen yarıyı buldu ömrün.
Gençlik böyledir işte, gelir gider;
Ve kırılır sonra kolun kanadın;
Koşarsın pencereden pencereye."

Ah o kadrini bilmediğim günler,
Koklamadan attığım gül demeti,
Suyunu sebil ettiğim o çeşme,
Eserken yelken açmadığım rüzgâr
Gel gör ki, sular batıya meyleder,
Ağaçta bülbülün sesi değişti,
Gölgeler yerleşiyor pencereme;
Çağınız başlıyor ey hâtıralar.

Cahit Sıtkı Tarancı


Ben Aşk Adamıyım

Dolaştığım denizlerce düşünüyorum,
Bineceğim son gemi değil midir
Hayır sahibi omuzlarda giden tabut.
Herkes gibi teselliye muhtaç olsaydım eğer,
Derdim ki: "Elbet bir ağlayanım olur benim de;
Ramazan geceleri Yasin okuyanım,
Baharda kabrime menekşe getirenim de."

Fakat bütün bunlar da olur,
Yine tasa etmem,
Yine kırılmam kimseye.
Ben aşk adamıyım,
Sevmeye geldim insanları,
Gönlümle, elimle, kafamla sevmeye;
Hesapsız, karşılıksız,
Ayrılık gayrılık gözetmeden.
Gün gelip gidersem şayet,
Öyle severekten gideceğim ki,
Karanlık kıyılardan bile olsa,
Candan selamlarım,
Civarımdan geçecek gemileri;
Güneşli gemileri;
Şarkılı gemileri;
İçlerinde kendim varmışım gibi!


Cahit Sıtkı Tarancı
Bahar Sarhoşluğu

İlk sevgilinin gülüşüne benzer
Bir Nisan havası değil mi esen?
Zincirlere, kelepçelere inat,
Kanatlarımı açmak zamanıdır;
Allah'a ısmarladık kaldırımlar.

Giyenler düşünsün dar elbiseyi,
Ölçülü sözü, hesaplı adımı
Ben kurtuldum kafeste kuş olmaktan;
Saltanat sürer gibi uçuyorum,
Erik ağacı gelin olduğu gün.

Hayranım bu şehrin bacalarına
İrili ufaklı hep bir ağızdan.
Nasıl derinden bu gökyüzüne doğru
Bir türkü söylüyorlar öyle sessiz!
Dumanın daim olsun güzel baca!

Yuvası saçakta kalan kırlangıç,
Yavrusu dallara emanet serçe,
Derken camiler üstünde güvercin
Minareler katından geçiyorum
Gökyüzü mahallesi İstanbul'un

Süt beyaz bir martıyım açıklarda
Gemilere ben yol gösteriyorum,
Buğday ve ilaç yüklü gemilere
Bir kanat vuruşta bulutlardayım;
Bir süzülüşte vatanım dalgalar!


Cahit Sıtkı Tarancı
Aşk İle

Baktım ki gökyüzü baştan başa bulut
Unut diyor o güzel günleri unut
Baktım ki deniz her dalgasıyla düşman
Kuşlar av peşinde balıklar pusuda
Çok gerilerde kalmış cıktığım liman
Yok görünürde sığınacak bir ada

Baktım ki o musibet gün gelip çatmış
Yolcusunda tayfasında şafak atmış
Ne yelken kar eder ne kürek ne istim
Dayandım aşk ile yürüttüm gemiyi
Aşk ile koskoca dağları düz ettim
Avladım sonunda o civan kekliği


Cahit Sıtkı Tarancı
Yeşil Şiir

Baktıkça çoğalır yıldızlar gecede
Parmaklarınla sayılmaz;
Kimi duyulur, kimi duyulmaz,
Dinledikçe çoğalır gecede,
Sesler gelir,
Ya hızlıdan, ya yavaştan.

Her şey kendi dilince konuşur;
Karanlık örtse de üstünü
Gecede devam eder renk renk
Ağacın dalında, rüzgarda;
Her şey kendi rengince konuşur.

Gözlerini kapatır beklerdi;
Yaprağa benzer ellerini, avuçlarını uzatır,
Beklerdi işitinceye dek
Ağacın dalında, rüzgarda;
Yeşili duydu mu uyurdu
Rüyasında...

Can Yücel